Kızıl Goncalar’ı da mı Tartışacaktık?

Her zaman dünyanın en özgür ülkesinde yaşadığımızı düşünürüm. Nedenini hemen söyleyeyim: Burada herkes her konuda konuşabilir, her konuyu konuşabilir. Mesela birileri çıkıp bir teröristi savunabiliyor, biri bir hırsızın masumiyetini konuşabiliyor, biri bir katili makul karşılayabiliyor ya da biri bir sapıklığı meşrulaştırabiliyor. Türkiye o kadar acayip bir yer ki herkesin farklı bir algoritması var. Herkesin farklı bir X faktörü.

Diziler olmasaymış ne yaparmışız bilmiyorum

Biliyorsunuz birkaç haftadır Kızıl Goncalar adlı televizyon dizisi tartışılıyor. Onun rüzgârı tam diniyordu ki Sandık Kokusu tartışıldı, onu İnci Taneleri takip etti. Bütün bunlardan bir ay önce, Kızılcık Şerbeti tartışma ihtiyacımızı maşallah tek başına karşılayabiliyordu. Yetmemiş olacak ki artık neyi tartışacağımızı şaşırmış bir halde olduğumuz için yeni yeni adetler, yani yeni yeni hassasiyetler arzıendam etmeye başladı. 

Seküler misin, mütedeyyin mi?

Kızıl Goncalar’a karşı en büyük tepki tarikatçı tayfadan geldi. 

Tarikatlarla ilgili hepimizin bir yargısı var, inkâr etmeyelim. Ve biz onları dilediğimiz gibi yerden yere vurabiliyoruz, ağız alışkanlığı. Ama bugüne dek seküler tayfayı kimse alenen utandırmamıştı. Kızıl Goncalar ile bu tayfanın 100 yıllık dokunulmazlığı, o iltimas ilk defa sarsılıyor. Bence dizinin yaptığı en güzel şey bu. 

Atatürk’ün, laikliğin, modernitenin ardına saklanıp her türlü insanlık dışı argümanı yaratan, insanları görünüşlerine ve görüşlerine göre itham eden, toplum bilincini zerre içselleştirmemiş ama konu Cumhuriyet olunca mangalda kül bırakmayan at gözlüklü kitleden ben çok sıkılmıştım doğrusu. Herkese “cahil” diyen ama aslında kendi eşekliği baki kalan bu insanların ülkeye verdiği zarar az mı? Toplum barışına, gerçek özgürlüğe, demokrasiye, laikliğe zerre katkı sunmamış ama 29 Ekimlerde Bağdat Caddesi’nde yürümeyi de asla ihmal etmeyenlerin toplumsal kutuplaşma ve ayrımcılık konusundaki hizmetlerini kim yok sayabilir ki?

Ne farkınız var?

İkinci bölümde Zeynep’in, Suavi’ye verdiği mantık önermesi dersini izlerken benim içimin yağları eridi… Bu harika değil miydi? Nihayet birileri çıkıp bu iki yüzlülüğü gösterdiğinde sizin de tüyleriniz diken diken olmadı mı? Merak edenler için ilgili sahne: 

Köylü dediğin kişi Aşık Veysel çıkabilir!

Levent’in asistanına verdiği ayar da bir ayna tutuştu. 

O kibri hepimiz bilmiyor muyuz? Sadece kendini bilgili sanan, kendini gelişmiş sanan, insanları giyim kuşamına, geleneklerine, örfüne, adetine ve daha nice etikete göre sınıflandıran ve ona göre davranan bu sözde Cumhuriyetçilerin varlığını hepimiz bilmiyor muyuz? Sokaklarda, meydanlarda, her fırsatta “Hak, hukuk, adalet” diye slogan atan, özgürlüğü sadece kendi özgürlüğü sanan, kadın hakları kadın hakları diye Atatürk güzellemeleri yaparken başörtülü kadınları bu özgürlüklerin dışında tutan bu tayfa… 

Kuran’ı kendi dar görüşlerine alet eden, dinin güzel değerlerini içselleştirmeyen dincilerle, Cumhuriyetten, onun vizyonundan ve Atatürk’ün kapsayıcılığından nasiplenmemiş seküler tayfa aynı şey değil mi? Bence hiçbir farkları yok. Ülkemize verdikleri zararlar aynı yerlerden, aynı şeylerden. Kaş yapayım derken göz çıkaranlar güruhunda her iki taraf da, öfkeli kalabalıkların içi bunlarla dolu…

Diğer tayfa: Gözünü din bürümüşler

Her yer din, her yer dini hassasiyetler. Dinim de dinim. Müslümanlık da Müslümanlık. Sanırsınız Türkler daha dün Müslüman oldu. Farkında mısınız bilmiyorum ama 8. yüz yıldan beri Türkler, Müslüman. Karahanlılar, Oğuzlar, sonra Osmanlı ve şimdi Türkiye Cumhuriyeti. Yani aslında Türkiye’de bir azınlık değilseniz büyük ihtimalle Müslüman bir aileye doğmuşsunuzdur ve bu sayede sizin de dini kimliğiniz, ailevi ve kişisel dinamiklerinize göre şekillenmiştir. Burada hemen azınlık kavramını da tanımlayalım başımıza iş çıkmasın malum her şey mümkün; azınlık da şu demek: “Bir ülkede ayrı soydan veya inançtan olan ve sayıca az bulunan topluluk”. Fakat işte bir grup insan var, mevcut Müslümanlık asla onlara yetmiyor. Herkes daha daha Müslüman olsun istiyor. Bir diğerinin Müslümanlığı onu asla tatmin etmiyor. Ama ne Müslümanlık! Kimse bir diğerinin Müslümanlığını beğenmiyor. Bakın işte böyle bir özgürlük: Birinin Müslümanlığını bile tartışabiliyoruz. Daha ne olsun!

Ya seküler ya dinci

Ya da illa ikisinden biri mi olmalıyım? Başka seçeneklerim yok mu?

Geçen gün arkadaşım yazdı, “Senin Kızıl Goncalar yorumunu çok merak ediyorum.” diye. Dizi üzerinden yapılan tartışmalar da aşırı özgür bir ülke olduğumuzun diğer kanıtı. Düşünebiliyor musunuz, tarikatlar ve tarikatçılar bir televizyon dizisinin yayınlanıp yayınlanamayacağına karar verebiliyor! Vallahi pes! 

Benim Özcan Deniz sevgimi bilen herkes, diziyle ilgili fikrimi sordu. Çünkü gözümü bile kırpmadan izleyeceğimi biliyorlardı. Öte yandan ben bir Atatürkçüyüm ve aynı zamanda dindar biriyim. Geçen gün Instagram’da bir postta gördüm, “Sekülerlerin yanında muhafazakâr, muhafazakârların yanında da seküler kalıyorum.” diyordu. Bakın o benim işte. Benim gibi kim bilir kaç milyon insan var. Buradaki barışçı ve uzlaşmacı milyonlar ne yazık ki ne sekülerlerin umurunda ne muhafazakarların. Oysa bence bu ülkenin temel direkleri, biziz arkadaşlar! İyi ki varız. Ne o taraftayız ne bu tarafta… Her yerdeyiz, her yerdeniz. 

Hiçbir şey yekpare değil ve hiçbirimiz kutsal değiliz!

Diziyi eleştirenlerin, aslında diziyi izlemediğini düşünüyorum. Bununla beraber “dinci” tayfanın kendilerini ve benimsedikleri her şeyi, hepimize dayatma ve kabul ettirme zorbalığından da vazgeçmelerini diliyorum. Biz zaten bundan çekmedik mi? Dizide de müthiş bir şekilde eleştirilen 28 Şubatçılar da tam olarak bunu yapmadılar mı?

Bazı şeyleri acilen kabul etmemiz gerek:

1. Bütün Atatürkçüler iyi insanlar değildir.

2. Bütün dinciler iyi insanlar değildir.

3. Bütün kurumlar iyi insanlardan oluşmaz.

4. Her şeyin aşırısı kötüdür.

5. Dayatmacılık kötüdür.

6. Baskıcılık kötüdür.

7. Bazı dinciler kötüdür.

8. Bazı ateistler kötüdür.

9. Bazı Atatürkçüler sahtekardır.

10. Bazı dinciler sahtekardır. 

11. Her şey eleştirilebilir.

12. Her şeye karşı çıkılabilir.

Hiçbirimiz kutsal değiliz. Bugün, şu anda, nefes alan hiç kimse kutsal olamaz. Kutsallık başka bir şey. Kimse kendi kutsalını dayatamaz ama herkes diğerinin kutsalına saygı duyamasa bile tahammül etmek zorundadır. 

Herkesin hassasiyeti kendine 

Önce kendimizin sonra birbirimizin gerçeklerini görüp eldeki malzemeye tahammül etmek zor olmamalı. Hepimiz bu kafa karışıklığının mağdurlarıyız. Hepimiz. Herkes birbirini kendine benzetmek istiyor. Herkesin her şeyi kırmızı çizgi! Din birilerinin tekelinde Türk olmak diğerinin, Cumhuriyeti birileri sahiplenmiş laikliği diğeri. Oturup dizi bile izleyemiyoruz, neden? Tarikat kırmızı çizgi çünkü. Birinin başörtüsü kırmızı çizgisi diğerinin viskisi. 

Bu kadar kırmızı çizgiyle hiçbir yere hareket edemeyiz. Bu da önce kişisel hayatlarımıza sonra da ülkemize zarar verir. Çünkü bu kırmızı çizgiler tıpkı soygun filmlerinde gördüğümüz lazer güvenlik sistemlerine benziyor. Dar alanda binlerce alt başlıkla bir kutsalı korumak adına çekilmiş kırmızı şeritler yüzünden neredeyse adım atılacak yer kalmıyor.

En mağdur benim bence, en çok ben incindim, anlatayım:

Eleştirilecekse dizide, birileri ayağa kalkacaksa, konuşacağımız şey Özcan Deniz’in sahnelerinin çok az olması olabilir. Yani ilk önce onun dizisini izlemek için oturmuştum ben televizyonun karşısına. Aylar boyunca dizinin ilk bölümünün yayınlanacağı günü bekledim, herkes şahit. Diziyi beklediysek, Özcan Deniz’i görmeyi bekledik. Sonuç? Bizim badem gözlü, cetvellerden bile daha cetvel Özcan’ımızı doya doya göremediğimiz gibi bir ton sarıklı cüppeli çirkin çirkin, kara kara adama maruz kaldık. Bu, hiç tartışılmıyor… Biz Özcan Deniz severler de ayağa mı kalkalım? Dikkat ettim mesela son bölümde 2 saatten fazla dizi izledim, kendisini toplamda on dakika göremedim yani. Bir mağdur varsa, o da biziz! 

Konu kırmızı çizgiyse bizim de var nihayetinde, biz de bu dünyaya öylesine bir geçerken uğramadık diye düşünüyorum. Ben koskoca 44 yaşında, iş güç sahibi insan 2, yazıyla iki koca saat ayırıyorum bu işe ve fakat diziyi izlemeye asıl karar verme sebebim olan Özcan Deniz’i, göremiyorum. Kandırıldım ama sesim çıkmıyor neden? Çünkü kurmacaya saygım var. Hikâyelerin kahramanlardan yapılan ama kahramanlar üstü bir olgu olduğunu biliyorum. Özcan Deniz’in hikâyenin altındaki halı olmadığını biliyor, onu çekersek tüm hikâyenin yıkılacağı gibi delice şeyler üretmiyorum. Sevgili dinci kardeşlerim, hikâyeye benim Özcan Deniz’in sahnelerinin çok az olması karşısında geliştirdiğim bakış açısını kullanarak bakarsanız hem düşünce, ifade özgürlüğü gibi alanların gelişimine katkı sağlar hem de toplumsal barışa hizmet etmeye çalışan bir grup insana yardımcı olmuş olursunuz. Bunun sevabı da çok büyük bence! Biz tüm mağdurlar birleşerek tek yürek olalım ve kavrulmuş ay çekirdeklerimizi çayın yanında kendimizden geçercesine çitlerken ülkemizin bağrından çıkan bu özgün hikâyeyi, onun bir kurmaca olduğunu hiç unutmadan sakince izleyelim. 

X

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir